Fırsat eşitliği diye çıktı, fırsat eşitsizliğine döndü
Geçtiğimiz günlerde bir kurumun geniş katılımlı bir toplantısına uzaktan gözlemci olarak katıldım. Kurumun baş yöneticisi olmadığı için toplantıyı vekâleten ‘has yardımcısı’ yönetiyordu.
Toplantıda kurumun kıdemli müdürleri ve diğer teknik personel de bu has yardımcının etrafında pervane gibi dönüyordu. Bizim has yardımcıdaki hava ve ego da gerçekten görülmeye değerdi.
Diğer bir unsur da görüntüyü daha garip ve “gülüyoruz ağlanacak halimize” konuma sokuyordu. Bizim has yardımcı açık öğretim fakültesini (!) bitirmiş hatta onu da güç bela bitirebilmiş birisi.
Etrafta pervane gibi dönen müdür ve teknik personelin büyük bir çoğunluğu hem örgün üniversite eğitimi, hem mesleki birikim hem de kurum birikimi olarak has yardımcıdan kat be kat üstün.
Bu durum, birçok kamu kurumunda aynı durumda maalesef ve fırsat eşitliği diye ortaya çıkarılan fakat sonrasında fırsat gaspçılığına dönüşen açık öğretim fakültesi garipliğine son verilene kadar da devam edecek galiba.
NE DİYE KURULDU NEYE HİZMET ETTİ?
Açık öğretim fakültesi, 1982 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi bünyesinde fırsat eşitliği oluşması ve mağduriyetin giderilmesi için kurulmuş ve o günden bugüne kuruluş amacının haricinde birçok şeye hizmet etmiş bir kurum.
1982 yılında tüm Türkiye’de toplam 27 üniversite var ve bunların tamamı da büyük şehirlerde. O günlerde küçük şehirlerde yaşayan gençlerin üniversiteye ulaşması açısından iyi niyetle düşünülüp kurulmuş olması mantıklı olabilir. Bir diğer kuruluş gerekçesi de AB giriş sürecinde Türkiye’deki üniversite mezunu sayısını hızlı bir şekilde yükseltmek, istatistikî bir kaygı yani.
2020 yılına geldiğimizde 200’den fazla üniversiteye sahibiz, üniversite olmayan şehrimiz yok ve üniversiteye ulaşamama gibi bir durum da söz konusu değil.
ZEKİ VE ÇALIŞKAN ÖĞRENCİLER CEZALANDIRILDI
Sınıfın zeki, çalışkan ve gayretli çocukları üniversite sınavını kazanmak için yıllarını verdi, lise eğitimi döneminde birçok oyundan, zevkten ve diğer sosyal etkinliklerden mahrum kaldı.
Üniversite eğitimi döneminde de en az dört yıl olmak üzere ailesinden, doğup büyüdüğü şehrinden uzakta, birçok maddi ve psikolojik sıkıntı çekti. Profesörlerin, doçentlerin dizinin dibinde ders gördü, yeri geldi aç kaldı, açıkta kaldı ve bazen uzatmalı da olsa üniversite eğitimini tamamlayabildi. Pek çoğumuzun böyle hatıraları vardır…
Tabi ki bu sırada anne babalar da; lise döneminde dershane, üniversite döneminde de yurt ve diğer iaşe ödemeleri noktasında büyük ekonomik sıkıntıya girdi. Tek gayeleri “çocuğumuz iyi bir üniversite okuyacak ve iyi bir iş sahibi olacak” umuduydu.
MAĞDURİYET OLDU MAĞDURİYET
Diğer tarafta sınıftaki diğer çocukların bir kısmı liseyi bitirir bitirmez iş hayatına atıldı. Bir kısmı da kapağı devlet dairesine atıp kısa yoldan memur oldu.
Kısa yoldan memur olan arkadaşlar, ardından açık öğretim fakültesinden, oturdukları yerden bir diploma patlattılar ve siyasi yalakalığın gücünü de yanlarına alarak oldular şef veya müdür…
Kariyer basamağında akıl almayacak düzeyde hızla yükselen bu arkadaşlar, büyük bir özgüvenle mahallenin en güzel kızlarına talip oldular, mevki ve makamları ile de en zengin kayınpederleri tavlamasını bildiler.
Bizim hayalleri idealleri olan büyük şehir görmüş, birebir üniversitenin hocalarından ders almış gençlerimiz ise üniversiteyi bitirip diplomasını aldığında pek çok kadronun açık öğretimliler tarafından doldurulduğunu acıyla gördüler. Ve açıkta kaldılar…
DARISI DİĞER UYGULAMALI PROGRAMLARIN BAŞINA
Açık öğretim fakültesinde okul öncesi öğretmenliği, İngilizce öğretmenliği, ebelik, hemşirelik, psikoloji ve sosyoloji gibi uygulamalı programlar bile açıldı. Allah’tan tıp ve mühendislik bilimleri açılmadı.
Biz de öğretmenlik okuduk, iki ay işyeri stajı, yarım dönem öğretmenlik stajı yaptık, mezuniyet tezi ve mezuniyet projesi hazırladık. Bu arkadaşlara bunlar ne diye sorsan, ağzı açık bakarlar. Açık öğretimde artık her şey sanal, her şey online… Ama diplomanın denkliğinde bir problem yok, aynı benimki gibi.
Geçtiğimiz haftalarda Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “açık öğretimden psikolog yetişmez” isyanı sonrasında; Cumhurbaşkanı’na bir rapor sunuldu ve psikolojinin açık öğretim fakültesi programından çıkması sağlandı.
AÇIK ÖĞRETİMDEN İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI DA YETİŞMEZ
Açık öğretim fakültesine geçen sene itibariyle “İş Sağlığı ve Güvenliği” alanı da eklendi. Zaten onlarca üniversite bünyesinde iş sağlığı ve güvenliği bölümü var ve çıkanlar da işsiz kalıyor, ayrıca açık öğretimde açılmasının hiçbir mantığı yok.
1 Temmuz 2020 itibariyle yürürlüğe giren “Az Tehlikeli” işyerlerinde ve kamu kurumlarında iş sağlığı güvenliği profesyoneli görevlendirme işlemi ani bir kararla 3,5 yıl daha ertelendi.
Yasanın çıktığı 2012 yılından bu yana 3 defa ertelenen yasanın tekrardan 3,5 yıl daha ertelenmesi eğitime ve insan güvenliğine verilen önemi de gösteriyor, açık öğretim yanında hikâye kalıyor.
FORMAT TAMAMEN DEĞİŞMELİ
İyi niyetlerle kurulan açık öğretim fakültesi artık işlevini bitirmiş, fırsat gaspçılığına dönmüştür. “Kardeşim, devlet vermiş bu imkânı” demek vicdanları yaralayan bir ifadedir.
Yaygın eğitim yeni ve işlevi olan bir formata sokulmalıdır, kamu kurumlarında yükselme aracı olmaktan çıkarılmalıdır.
Diğer taraftan askerlik ertelemesi için formül olarak görülen açık öğretim fakültesinin bedelli askerliğin devamlı hale gelmesi sonrasında cazibesi kalmamıştır.
Yöneticilik yapan bir doktora “Sağlık Kurumları İşletmeciliği” programı gibi ikinci bir üniversite veya yüksek lisans programı formatına dönüştürülebilir.
Yorumlara gurbet ellerde 4-5 yıl okurken biriktirdiğiniz acı hatıraları, mezun olduktan sonra elinizde patlayan diplomayla yaşadıklarınızı yazarsanız, ne demek istediğimiz belki daha iyi anlaşılır…