Karabacak: Şehirler kurtlar sofrası gibi, herkes kapabildiğini yemek derdinde
“Şehir Konuşmaları”nda Hüseyin Özbek’in sorularını cevaplayan Çakaloz Cami İmam Hatibi İlahiyatçı ve Sosyolog Arif Karabacak, “Toplumun yönlendirdiği değerler, dinin yönlendirdiği değerlerle neredeyse aynıdır. Şehirler maalesef kurtlar sofrası gibi, herkes kapabildiğini yemek derdinde olduğu zaman ortada ahlak kalmıyor. Bizim hem birey hem toplum hem de toplumu domine eden kurumlar olarak dini değerlere ve ahlaki kurallara riayet etmemiz gerekir” dedi
…
Şehir konuşmalarında bugün 15. programa ulaştık… Küçük birkaç değişiklik ve farklı bir portreyi misafir ederek programımıza başlıyoruz. İlk programdan bu yana karşınızda görmeye alıştığınız programın yapımcısı ve sunucusu İbrahim Ethem Karahan yerine bugün şehir konuşmaları programının editörü olarak ben Hüseyin Özbek karşınızdayım.
Kıymetli konuğumuz Arif Karabacak lise yıllarında tanıştığım o yıllardan bu yana arkadaşlığımızın devam ettiği kadim bir dostum. Dostluk çok önemli, aileden sonra en yakınımız, samimiyetimizi en fazla gösterdiğimiz, hayatı birlikte taşıdığımız, yaşarken birlikte ürettiğimiz kişidir dost… Ben kendimi anlatmaktan ziyade daha önce dört yıl Fransa’da görev yapan ve önümüzdeki günlerde de yine görev icabı Norveç’e yolcu edeceğimiz kıymetli arkadaşımızı tanıyalım kendisini hazır buradayken sohbetinden istifade edelim hep birlikte…
Hoş geldin Arif Hocam
Merhabalar, hoş bulduk, beni böyle bir programa davet ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum heyecanlandım, onur duydum. Az önce söylediniz sizinle bizim dostluğumuz çok eskilere dayanıyor. Bir yurt dışı görevimiz çıktı, inşallah daha önceki görevinize giderken de yine beraberdik, anılarımız vardı yine öyle bir görev var ve biz burada birlikte sohbet ediyoruz yine, sizden ve arkadaşlarımdan ayrılacağım için tabii ki üzüntü duyuyorum.
Kıymetli dostum, bilmeyenler için bilinmeyen yönleriyle bizlere Arif Karabacak’ı nasıl anlatırsınız.
Ben kendimi kısaca şöyle tanıtmak istiyorum: Çakaloz Camii’nde görev yapıyorum, Selendiliyiz aslen, ancak İmam Hatip lisesini Uşak’ta okuduğumdan dolayı bir de eşim Uşaklı olduğu için böyle hissediyorum. Hayatımın Büyük bir kısmı da Uşak’ta geçtiği için kendimi fahri Uşaklı kabul ediyorum. Uşak dışında bir yere gittiğimde, başka şehirlere gittiğimde de Uşaklı olarak takdim ediyorum, tanıtıyorum.
Çakaloz Camii’nde görevli olduğumu söylemiştim Sinop’ta göreve başladım ilk olarak, Uşak’ın ilçelerinde görev yaptım, mesleğimi hobi olarak yapıyorum bunu söyleyebilirim. Çünkü bir işi severek yapmadığınız zaman başarılı olamazsınız hem de acı çekersiniz, mesleğim hobilerimden birisi, başka ilgilerim hobilerim de var. Bu mesleğin ehli olmaya erbabı olmaya gayret eden bir insanı. Mesleğimize layık olmaya çalışamıyorsak ve ona gönül yatırımı yapmıyorsak, başarılı olamayız, ben mesleğimi aşkla şevkle yapan, yapmaya gayret eden bir insanım, fahri gayretler göstermeye çalışan bir insanım…
Yaşadık ve çok enteresan şeylere şahit olduk bu toplumda. Bir dönem tv dizisinin birisinde şöyle bir söz vardı; Hoca camide… Çakaloz camii gibi şehrin merkezinde bir camide görev yaptınız, her türlü insanla her görüşten insanla karşılaştınız… Bir yandan görev yaptınız bir yandan ilahiyatı bitirdiniz, ardından sosyoloji okudunuz, felsefe alanında yüksek lisans yaptınız. Kısa bir dönem de özel bir okulda din kültürü derslerine girdiniz, öğretmenlik yaptınız. Hoca gerçekten camide mi?
Evet bu tabir bir ara çok izlenen bir dizide kullanıldı. Ama hoca sadece camide mi elbette değil, doğumdan sünnete, evlenmeye, hastaya, hasta ziyaretine, cenaze namazına kadar… Vatandaşımızın bireysel ihtiyaçlarını fahri olarak, bütün diyanet teşkilatı olarak herhangi bir ücret beklemeksizin gönüllü bir şekilde yerine getirdik özellikle pandemi sürecinde de görev aldık, onun için ekstra bir ücretlendirme söz konusu değildi, böyle bir beklentimiz de yoktu zaten. Bunu vatandaşımızın başına kakmak için söylemiyorum ama biz toplumsal sorumluluğumuz olduğunu kabul ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel kurumlarından birisi diyanet teşkilatıdır ve devletin en kadar kılcal damarlarına kadar uzanan yegane kurumu Diyanettir diyebiliriz. Bazı köylerde hiçbir devlet temsilcisi yokken öğretmen, ebe-hemşire gibi, orada muhtardan sonra belki de tek temsilci olarak vatandaşın yanındadır, bu ifadeyi bu ibareyi neden böyle kullanıyorlar onu değerlendirecek olursak batıdaki değerler çerçevesinde değerlendirebiliriz. Rönesanstan sonra dinle toplum arasında bir kırılma oldu papaz kilisesinde söz sahibi olsun, topluma karışmasın çünkü o zaman batıda rahiplerin krallar gibi krallara eşdeğer yetkileri vardı, rönesanstan sonra Batı toplumundan etkilendi Türk toplumları da tabii orada uygulamadan bize bizim toplumumuzda da uyarlanmış abartılmış bir uygulamadır din ve toplumun ayrıştırılması…
Aslında hoca camide derken mesleki bir farklılık olsun diye insanlar kendisine hoca denmesini istemiyor olabilir. Halbuki Batı ülkelerinde hocanın karşılığı profesör ilkokulda ortaokulda lisede öğretmenlere profesör denir, eğitimci demektir esas karşılığı bu, özde bir ruhban sınıfı yok tabii ki fakat gerçek hayatta hoca her yerde var… Hocanın toplumda bir fonksiyonu var, toplumun büyük bir kesimi için.
Merhum düşünür Cemil Meriç üstadın bir sözü var “Namaz kılan bir toplumun psikolojiye, zekât veren bir toplumun da sosyolojiye ihtiyacı yoktur.” Namaz kılınca psikolojimiz mi düzelecek, zekât verince ne olacak fakirlik sona mı erecek, üstadın bu ifadesini nasıl yorumlamak lazım?
Namazdan önce yapacağım bir vaaza konuşma hazırlamadan önce bir yazı görmüştüm, mahiyeti şuydu; diğer dinlerde kendi tanrılarına ibadet kastıyla yapılan ritüeller var eğilme ayakta tazim bir şekilde durma gibi… Bunlar Doğu toplumlarında yoga meditasyon gibi şeyler, bunlar niçin bunlar ruhun arındırılması insanı sterilize hale getirilmesi için yoğun bir şekilde dezenfekte edilmesi için gerekli ritüeller. Kamuya açık binalarda, meydanlarda Doğu toplumlarında ibadet gibi yapılıyor, batıda bugün meditasyon ve yoga gibi şeyler için insanlar para veriyorlar salonlara gidiyorlar.
Cenabı Allah arınma ve yüceltme ritüellerinin, bazı sapkın dinlerin bozulmuş dinlerin ibadet kastıyla belli şeylere karşı yaptıkları bu hareketlerin hepsini namazda toplamış ve diyor ki bunların hepsini bana yapacaksınız, bana has kılacaksınız diyor bu da tapınırken yapılan hareketler saygıyla eğilmek, ayakta durmak, yere kapanmak. Allah onları namazda cem etmiş toplamış, bunu bana yapacaksınız diyor bana yönelerek bana teveccüh ederek bana mahsus olarak yapacaksınız diyor. İşte o zaman insan arınıp duruluyor, işte o zaman insanın psikolojisi düzeliyor, namaz neticede bireysel bir ibadettir. Herkesin kafasına göre konsantrasyonuna göre yoğunlaşmasına göre şekline göre alacağı sonuç farklı olacaktır. Yani bu ibadet ona ne fayda sağlayacak tamamen onun kendisine bağlı. Yoğunlaşmak ile alakalı bir şey bu. Peygamber efendimiz önemli tavsiyeler var, namazdayken gözünüz secdede olsun, gözünüzü yerden ayırmayacaksınız, sağa sola bakmayacaksın. Aynı Doğu toplumundaki meditasyonun yoganın daha yoğun bir halini kastediyor. Gözünü secde yerinden ayırma başını sağa sola oynatma diyor, yani rastgele yapmayın ibadetinizi diyoruz tazim halinde durun saygı halinde durun diyor. Vücudumuz sakinken daha yoğun oluruz, kafamızı yastığa koyduğumuzda olduğu gibi.
Zekât konusunu detaylı bir şekilde ele alabiliriz, ancak burada çok uzatmak mümkün olmayabilir. Şöyle söyleyebiliriz, Kur’an-ı Kerim’de hep arka arkaya anılmıştır namazı kılın, zekâtı verin sürekli beraber alınmıştır. Namaz kılmak insanın Allah’la irtibat kurması zekât ise insanın insanla irtibat kurması, ilişkiye geçmesidir. Zekâtta elbette ibadettir ancak insanın insanla ilişkisi olduğu için aynı zamanda ahlak konusudur, zekât sadaka tebessüm etmek ziyaret etmek komşuya gitmek, hasta ziyaret etmek, cenazeye katılmak insanın insanla ilişkisidir. Bunlar insanın insanla ilişkisi iyi değilse Allah’la ilişkisinin iyi olması da pek mümkün değildir.
İnsanları kullarıma razı et ondan sonra bana gel, bu razı etmenin yolu da zekâttan geçiyor insanlarla iyi ilişkilerden geçiyor, vaazlarımda sohbetlerim de şunu söylüyorum: namaz Allah’a gidip rapor vermektir ben kullarınla iyiyim iyi geçiniyorum arz etmeye geliyorum diyorsun. Namazda ama insanlarla ilişkilerin iyi değilse ahlakın kötüyse o paketi boş sunuyoruz Allah’a. Çok ayet ve hadis var bu konuda peygamber efendimiz evine gelmiş Ayşe validemizin bir misafiri var, aynı kadını üç beş kez görüyor, kadın peygamberimiz gelince kalkıp gidiyor, Ayşe validemiz de Peygamber efendimiz üstü üste aynı kadınla karşılaşınca izah etme ihtiyacı hissediyor ve işte o giden kadın namaz kılar, ibadetlerine çok düşkündür falan diye anlatıyor, Peygamberimiz ise onlar onu ilgilendirir ancak, ahlak yoksa o namaz tek başına çok kıymetli değildir, sen ahlakından haber ver diyor. İşte namaza yaklaşımımız, zekâtı veriş niyetimizle ilişkili olarak namaz psikolojimize zekât da sosyal yapımıza iyi gelmeyebilir, ya da tam tersi…
Kahve için teşekkür ederim. Programın yapımcısı ve sunucu olarak İbrahim Ethem Karahan yok bu hafta, sizler varsınız, bununla ilgili küçük bir anekdotla devam edelim isterseniz, Oğuz Haksever Atv televizyonunda rejide çalıştığı yıllarda, Ali Kırca’nın programında görev alıyor, sunuculuğa çok meraklı çok istekliymiş, olacak ya bir gün Ali Kırca bir nedenden dolayı programa gelemeyince, Oğuz Haksever’e fırsat doğuyor ve programı sunuyor, o gün bugündür kendi alanında bir markadır. Bakarsınız, siz de bu alanda ilerlersiniz, medyada tanınan birisi olursunuz…
Liseyi bitirdikten sonra, şimdilerde çok genç denebilecek bir yaşta, 18 yaşında toplumun içine girdiniz. Camide en önde imam olarak görev yaptınız. Namaz biter bitmez uzaklaşmadınız, kürsüden, minberden konuştuğunuz kadar caminin bahçesinde, minik tabureli çay ocaklarında, dost meclislerinde çok farklı insanlarla sohbetler ettiniz, dini olduğu kadar toplumsal bir sorumluluk da yüklendiniz. Hal böyleyken, yaklaşık 30 yıldan bu yana görev yaptığınız bu meslek için, “din adamları hayattan kopuk, hayata güncel çözüm önerisi sunamıyor. Bilim insanları da dinden kopuk, dini ve dinin motive eden pozitif etkisini yok sayarak günümüz insanının derdine derman olmaya çalışıyor” bu durum gerçekten böyle midir?
Din bilim çatışması tırnak içinde ele aldığımızda din insanla ilgili bir tarafı da bilimle ilgili. Ortak nokta insan, kesişim noktası insan özetle söylemek gerekirse ikisi de insana hizmet eder ve insanı ihya etmeye yönelik bir kurum ve bunun birbiriyle çatışması ayrıştırılması nasıl düşünülebilir? Bu problem bize hep batıdan sirayet etmi,ş batıdaki düşünce ekollerinin Türkiye’de takipçileri temsilcileri var, bunlar suni kavgalar gerçekte bir karşılığı yok insan dinden bilimsel verilerden bağımsız olamaz. Bunları çatıştırmanın bir anlamı yok, doğadaki bir yasanın araştırmalar incelemeler sonucunda kuralların yasaların ortaya çıkarılmasıdır bilim, din açısından doğadaki yasa adetullah sünnetullah kavramı ile ifade edilir. İnanan insan için Allah’ın kanunlarından ibaret olan fiziksel yasalar ve fiziksel yasaların işlemesinden ibaret olan bilim nasıl birbiri ile çatışabilir, çatışma yaklaşımı tamamen ideolojik bir yaklaşımdır.
İlahiyattan başka, sosyoloji eğitimi ve yüksek lisans yaptığınız felsefe biliminin sizin imam ve hatiplik görevinize ne gibi katkıları oldu. Hayat matematik ve felsefeden ibarettir diye anonim bir söz var, matematik hayata pratik çözüm sunma, felsefe de yalnızca hayatı sorgulamak için mi gerekiyor insana?
Bütün bilimler tek bir bilimin şubeleridir ve birbiriyle mutlaka bağlantısı vardır, dolayısıyla müzik matematiktir, geçen bir hocamız sohbetinde tefsir matematiktir, matematik bilmiyorsan Kur’an’ı yorumlayamazsın, tefsir yapamazsın demişti. Kur’an matematiktir evren matematiktir, felsefe de onun dillendirilmesidir. Eskiden bütün bilimlerin anası felsefe… Bilim ne denmiştik, doğadaki yasanın tespit edilmesi demiştik bilime, felsefe doğadaki matematiğin ifade edilmesi, soyut ve metafizik ortamdaki ifadesidir müzik de matematiktir, müzikteki notalar seslerin matematiksel ifadelerdir bir bakıma…
Türk musikisi dediğimiz müzik cami musikisinden gelmektedir, ladini dediğimiz cami dışındaki müzik aynı enstrümanlar aynı makamlardan meydana geliyor. Camideki sesler makam olarak ifade edilebilir. Diğer dinlerde de koro halinde ibadet ve dualar yapılıyor, müzik eşliğinde enstrümanlar eşliğinde. Dinin en çok kullandığı sanat alanı müziktir diyebiliriz, mutlaka sanatla da ilgilidir sanat nedir sanat yoktan bir şeyi var etmek değildir, sanatkarın ortaya koyduğu eserdir. Şöyle ki sanat işaret ediyor, işmam ediyor gösteriyor. Meşhur tablo Mona Lisa’ya baktığımızda, Lisa diye bir kadın olmasa o resim nasıl ortaya çıkacaktı hangi noktadan bakarsanız bakın o resimdeki kişi size bakıyor onun için benim Lisa, her bakan bana bakıyor diyor sanat bir şeye, gerçek bir duyguya işaret eder. En büyük sanatkar Allahtır, mümin ise bir sanatseverdir.
Benim kullarım yatarken uyurken gezerken dolaşırken hep beni zikrederler beni görürler beni anarlar diyor Allah ve Onun en büyük isimlerinden birisi sani’dir sanatkârdır, sanattan anlayan sanatı seven mümin kişidir en büyük sanatsever.
Sosyoloji biliminin sizin imam ve hatiplik görevinize ne gibi katkıları oldu. Örneğin vaaz ederken sosyoloji okumuş olmanın size bir artısı var mı?
Felsefe bir din adamına ne katar, sosyoloji ne katar? Çok basit bir örnek vermem gerekirse sorumluluk ve yükümlülük nedir insanların büyük bir kısmı sorumluluk ve yükümlülüğü hemen hemen aynı şey olduğunu eş anlamlı olduğunu ifade edeceklerdir ama farkını söylemek gerekirse ki felsefe bize bunu öğretiyor. Sorumluluk eylemden sonradır yükümlülük eylemden öncedir, yükümlülük dünya hayatındadır sorumluluk ahiret hayatındadır, yükümlülük bir şey yapmadan önceki üzerimdeki yüktür sorumluluk ise işlediğimiz bir cürmün kabahatinden sonucundan sorumlu tutulmaktadır.
Felsefe yapmayı bilmiyorsak sapla samanı ayırt edemiyorsak iyi bir din adamı olmamız mümkün değildir sosyoloji insana ne katar? Her meslek için bunu sorgulayabiliriz. Benim bir tabirim vardır manuel sosyoloji fahri sosyoloji yani. Sosyoloji biliyorsa bir insan daha iyi imam olur daha iyi emniyet müdürü olur daha başarılı eğitimci olur, sosyoloji her alanın destekçisi olan bir bilim alanıdır. Felsefe de aklın eylemi işleyişi, fonksiyonudur… Aklın eylemi ifadesini anlatırken şunu da söylemek isterim felsefe okuyan imam çok takdir ediliyor belki, ama felsefe sadece imama değil hepimize lazım…
Bir zamanlar sizin bizim yaşımızda insanlar emekli oluyorlar, hayattan elini eteğini çekiyorlardı… Ancak siz hala okumaya, yüksek öğrenime devam ediyor ve önünüze çıkan her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorsunuz. Ben biliyorum, çok kitap okuyor, fırsat buldukça doğaya açılıyor, geziyor, çağıranın yardımına koşuyorsunuz. Misafirlerimize hep soruyoruz, gençlere mesleğinizi tavsiye eder misiniz? Bir din görelisi olarak bir imam nasıl olmalıdır?
İmamlığı bir meslek olarak tavsiye ediyor muyum? Siz belki biliyorsunuz benim oğlum hafız, Allah hepimizin çocuklarını muhafaza etsin ama benim oğlum imam olmak istemiyor. Tabii ben de zorlamak istemiyorum, insan istediği şeyi sevdiği şeyi başarılı olacağı şeyi yapsın istiyoruz. İmam Hatip okuyan ilahiyat okuyan gençlere tabii ki ben imam olmalarını tavsiye ediyorum, bu mesleği sevmek kaydıyla bu mesleğin insana getirdiği itibar var, peşin bir itibar var imam mısın? Ooo hocam buyurun…
Severek yapıyorsanız hobi olarak yapıyorsanız, insana hizmet etmek için yapıyorsanız bunun hem dünyada hem ahirette önemli bir karşılığı var belki önümüzdeki 10 yıllarda Türkiye’de imamlığa talip olacak insan bulmak çok zor olacak.
1972’den sonra Fransa’da papaz olmaya talip kimseyi bulamamışlar. En genç papaz 60’lı yaşlardaydı benim orada gözlemlediğim öğrendiğim kadarıyla biz 60 yaşına gelmeden emekli oluyoruz 70’li yıllarda mezun olanlar papaz olmuş, şimdi artık görev yapacak insan bulamıyorlar orada. İmam Hatip mezunları da şu anda imam olmak öncelikli tercihi değil, başka bir mesleğe giremezse çaresizlikten mecburiyetten bu görevi tercih edebiliyorlar ama o zaman da sevgi olmuyor, ilgi olmuyor verimli olamıyorlar mesleklerinde.
Din hizmetleri alanında kalitesizlik söz konusuysa bu işi gönülden içten yapmamakla ilgilidir sevip sevmemekle ilgilidir. Camimize gelen imam hatipli, ilahiyatlı çocuklar gençler hep bizim çevremizdedir, onlara biz orada görev yaptırırız, fahri olarak o mesleği tanımaları açısından biz hep kol kanat germişizdir. Bu mesleği seven insanlar bizim çevremize toplanıyor. Biz bu mesleği seviyoruz bu mesleği sevenler de bizim etrafımızda oluyor. Muhterem babanız Murat Özbek hoca Mehmet Durmaz hoca emekli olduğu halde bizim yanımıza gelirler. Neden, bu mesleği sevdiği için gönlünde hala bu mesleğe değer verdiği, yer verdiği için…
Bir yanımız hep köylüdür ve aslen nerelisin diye bir soruyla muhatap oluruz hep. Bugün pek çoğumuz şehirlerde yaşıyoruz, nedir bu şehirlilik kültürü? Din ve ahlak bağlamında ele aldığımızda, birlikte veya ayrı ayrı dinin ve ahlakın şehirlilik kültürüne katkısı nedir?
Dağda yaşadığınızı düşünün tek başınıza, bir gün baktınız karşınızda başka bir adam var, işte medeniyet, şehircilik orada başlıyor. Bir insanın bir insanla karşılaşmasıyla medeniyet başlıyor şehir ile başlıyor sosyoloji. Ahlak başlıyor, kurallar gündeme geliyor insanın insanla eşya ile tabiatla ilişkisi ahlak düzleminde gerçekleşiyor, şehirde ahlak olmayınca olmaz, esas ahlak şehirde lazım.
Şehirli insan daha kibar olmalı, neden çünkü çevrende başka insanlar da vardır şehirde, daha fazla kural vardır neden çünkü başkası var. Başkasını taciz etmemek rahatsız etmemek hakkını yememek için kurallar elbette vardır. Bu kurallar dinle insanların toplumların tecrübeleri ile oluşmuştur ahlak dinin yönlendirdiği kurallarla hemen hemen aynıdır: Başkasını rahatsız etme, komşunu rahatsız etme yolları düzgün kullan arabanı uygun yere park et komşunun bahçesine geçme hakkını gasp etme.. Şimdi şehirlerde yaşamak da çok zor dar bir alana çok sayıda insan sıkışmış durumda, bu yaşantı şekli ciddi sıkıntıların yaşanmasına yol açıyor.
Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli yerlerde görev yaptınız. Uşaklı da değilsiniz ama en çok da Uşak’ta çalıştınız. Hayatınız içinde Uşak nasıl bir yer aldı, acısı ve tatlısıyla bu şehir sizin için neler ifade ediyor, hoşunuza gittiği kadar hoşunuza gitmeyen ve bu şehirde bir şeyler düzelse dediğiniz şeyler nedir?
Mesudiye tarafından şehre gelirken, biliyorsunuz dağlarda falan çok dolaşıyorum geziyorum, sağ tarafıma bakıyorum apaydınlık berrak bir hava, gökyüzü var. Şehre yaklaşınca birden sanki tül perde çekilmiş gibi bir manzara ile karşılaştım. Uşak şu an büyüklüğüne göre nüfus oranına işgal ettiği alana göre sanayinin yoğunluğu çok fazla, dolayısıyla zehirli bir havanın içinde yaşıyoruz. Pandemi sürecinde köylerde 85-90 yaşındaki bazı insanlar 3-5 günlük bir rahatsızlıktan sonra bu salgını atlattı. Ancak yıllarca şehirde yaşamış daha genç insanlarımız bu hastalığı kaldıramadı…
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Sizlerle bu sohbeti yaptıktan birkaç gün sonra biliyorsunuz, Norveç’e gideceğim. Norveç’te şöyle bir araştırmam tespitim oldu, dünyada çevreye çok önem veren çok duyarlı bir ülke, önümüzdeki dönemde dizel araçları kaldırdıkları gibi benzinli araçları da kaldıracaklar ve yeniden üretilebilir elektrik enerjisinin kullanılmasına doğru bir gidişat var, böyle bir ülkede görev yapacağım, standartları çok yüksek kendi mesleğim açısından tabii ki çok heyecan duyuyorum. Orada da çok Uşaklı var Norveç’teki Türk toplumunun neredeyse %50’den fazlası Uşaklı. Dernek yönetimlerinin de pek çoğunun Uşaklılardan meydana geldiğini öğrendim. Gittiğimi yerde çok yabancılık çekmeyeceğim sanırım…
Mesleğim açısından ciddi bir heyecan yaşayacağıma inanıyorum, bununla birlikte çok değerli dostlarımdan, sevgili meslektaşlarımdan uzunca bir süre ayrı kalacağım için üzüntü duyuyorum tabii ki. Bir taraftan da bu vesileyle dostlarımıza veda etmiş olalım, Allah utandırmasın, vatandaşlarımız, cemaatimiz, bizi seven, Arif hocanın arkasında namaz kılmaya gidiyorum diyen sevgili dostlarımız sağ olsunlar var olsunlar. Tabii ki bu gönül güzelliği, bu bizden değil onun gözü güzel gördüğü için belki biz güzeliz, o şekilde iletişimde ilişkide olduğumuz tüm dostlarımı Allah’a emanet ediyorum bize de dua etsinler…